Bazen iyi niyetle, uygun bir üslupla önerilerde bulunur, karşıdakinin de bunu olumlu algılayıp kendini düzeltmeye çalışmasını bekleriz. Ama nedense kimse kendini değiştirmeye çalışmaz ve biz 'patavatsız ve insanların kusurlarını araştıran kişi' olmaktan öteye geçemeyiz.
Eğer birilerine yardımcı olmak niyetiyle 'yapıcı eleştiri' yapmaya çalışıyorsak, bunu direk olarak yapmaktan kaçınmak gerekiyor. Birine yanlış yapmışsın demek yerine, hatasını kendisinin farketmesini sağlamak daha olumlu sonuç veriyor. Mesela kızımın yazdığı bir yazıda, yanlış bir kelime varsa 'şurayı yanlış yazmışsın' demek yerine, 'çok güzel olmuş, ama sanırım bir yerde hata var, bak bakalım bulabilecek misin' demek daha etkili oluyor. Hem onun morali bozulmuyor, hem de hatasını kendi bulunca bunu problem yapmıyor.
Amaç birilerine yardımcı olmak olunca mesele biraz kolay. Ancak karşımızdakinin değişmesini istiyorsak durum pek o kadar kolay olmuyor. Örneğin eşimizle yaşadığımız bazı problemlerde, eleştiri amacımız tavsiyeden daha çok 'istek' oluyor. Onun değişmesini istiyoruz. Ve maalesef çok büyük bir oranla da kimse değişmeye yanaşmıyor. İşte problemler de böyle başlıyor.
Benim için 14.30'daki bir toplantıya tam saatinde gitmek çok önemli iken, onun için 10 dakika geç kalmak 'ucunda ölüm yok ya' diyerek rahatlıkla geçiştirebileceği bir durum ise; kimin nerde hata yaptığını bulmak zor oluyor. Bir açıdan haksız değil, ucunda ölüm yok ve olan olmuş, ne yapalım! O anki durum açısından olay kabul edilebilir olsa da, aslında bunun sürekli böyle olduğunu tahmin etmek zor değil.
Her neyse, yani insanlar değişmiyor. Herkes kendi karakterini yaşıyor. Bazısı çok tez canlı iken diğeri ağır kanlı olabiliyor. Bazısı yaz mevsimini severken diğeri kışı sevebiliyor. Kimisi çok akıllı iken, kimisi iki lafı bir araya zor getiriyor olabilir. Bazısı için birinden bir şey istemek çok zor iken, diğeri rahatlıkla bir kaç milyar para isteyebiliyor. Kimisi 'kahvede okey oynayacağına çalış da benden para isteme' demeyi bile beceremezken, diğeri 'yolunacak kaz arıyoruz' diyebiliyor... Kısaca saymakla bitmiyor. Ve herkes kendi hayatını yaşıyor. Olan da bizim gibi herşeyi kendine dert edinenlere oluyor. Kızımın doktoru, aşıya gittiğimiz bir gün 'Malak gibi yaşayanlar bizden daha mutlu' demişti. Doğru, sanırım mutlu olmak için malak gibi yaşamak gerekiyor. Düşünmeyeceksin, çalışmayacaksın, umursamayacaksın, önemsemeyeceksin... Ama inanın bunu iradenizle yapınca daha da strese giriyorsunuz. Çünkü malak gibi yaşayabilmek için malak olmak gerekiyor. Değilseniz, malak taklidi yapmak sizi çok çok daha fazla üzüyor. İçinizde fırtınalar koparken, diliniz 'aman canııım boşveeeer' dese bile, beyniniz buna inanmıyor. Düşünüyoruz, önemsiyoruz ve duyarlıyız! Yani aslında biz de değişemiyoruz. :)
O halde, ne yapalım. Herkesi olduğu gibi kabul edelim. Kendimizi ve insanları sevelim. Olayların ve kişilerin olumsuz yanlarını değil, olumlu yanlarını görelim. Bazen küçük fedakarlıklar, daha büyük olumlu sonuçlar verebiliyor. Biraz sabırla, karşımızdakine ne kadar üzüntü duyduğumuzu hissettirebilirsek belki o da bizi üzmemek için bir kaç adım atabilir. Ancak bu arada evrensel doğrulara da sahip çıkmalı ve kendimizi ezdirmemeliyiz. Evinizde bir akvaryum varsa, ve içinde balıklar varsa, siz o balıkların suyunu temizleme ve onlara yeterli miktarda yem verme sorumluluğunu üzerinize almışsınız demektir. O balıkları aç bırakamazsınız. Aynen bunun gibi karşınızdakilerin bazı sorumlulukları varsa bunları yerine getirmesini beklemek en doğal hakkınızdır ve burada fedakarlıktan söz edilemez. Bir işverenseniz ve elemanlarınızdan bazıları işlerinde gevşeklik gösteriyorlarsa, ve bunu sürekli yapıyorlarsa, elbette buna göz yumamazsınız. Belki kendini düzeltmesi için uyarılarda bulunursunuz, zaman verirsiniz; ama hala ısrar ediyorsa elbette işten çıkarırsınız!
Özet olarak, mutlu olmak için biraz esnemek gerekiyor. Çok temel konularda anlaştıktan sonra, ve insanlar sorumluluklarını yerine getirdikten sonra, bırakın herkes istediği gibi yaşasın. Siz de istediğiniz gibi yaşayın.
Eğer birilerine yardımcı olmak niyetiyle 'yapıcı eleştiri' yapmaya çalışıyorsak, bunu direk olarak yapmaktan kaçınmak gerekiyor. Birine yanlış yapmışsın demek yerine, hatasını kendisinin farketmesini sağlamak daha olumlu sonuç veriyor. Mesela kızımın yazdığı bir yazıda, yanlış bir kelime varsa 'şurayı yanlış yazmışsın' demek yerine, 'çok güzel olmuş, ama sanırım bir yerde hata var, bak bakalım bulabilecek misin' demek daha etkili oluyor. Hem onun morali bozulmuyor, hem de hatasını kendi bulunca bunu problem yapmıyor.
Amaç birilerine yardımcı olmak olunca mesele biraz kolay. Ancak karşımızdakinin değişmesini istiyorsak durum pek o kadar kolay olmuyor. Örneğin eşimizle yaşadığımız bazı problemlerde, eleştiri amacımız tavsiyeden daha çok 'istek' oluyor. Onun değişmesini istiyoruz. Ve maalesef çok büyük bir oranla da kimse değişmeye yanaşmıyor. İşte problemler de böyle başlıyor.
Benim için 14.30'daki bir toplantıya tam saatinde gitmek çok önemli iken, onun için 10 dakika geç kalmak 'ucunda ölüm yok ya' diyerek rahatlıkla geçiştirebileceği bir durum ise; kimin nerde hata yaptığını bulmak zor oluyor. Bir açıdan haksız değil, ucunda ölüm yok ve olan olmuş, ne yapalım! O anki durum açısından olay kabul edilebilir olsa da, aslında bunun sürekli böyle olduğunu tahmin etmek zor değil.
Her neyse, yani insanlar değişmiyor. Herkes kendi karakterini yaşıyor. Bazısı çok tez canlı iken diğeri ağır kanlı olabiliyor. Bazısı yaz mevsimini severken diğeri kışı sevebiliyor. Kimisi çok akıllı iken, kimisi iki lafı bir araya zor getiriyor olabilir. Bazısı için birinden bir şey istemek çok zor iken, diğeri rahatlıkla bir kaç milyar para isteyebiliyor. Kimisi 'kahvede okey oynayacağına çalış da benden para isteme' demeyi bile beceremezken, diğeri 'yolunacak kaz arıyoruz' diyebiliyor... Kısaca saymakla bitmiyor. Ve herkes kendi hayatını yaşıyor. Olan da bizim gibi herşeyi kendine dert edinenlere oluyor. Kızımın doktoru, aşıya gittiğimiz bir gün 'Malak gibi yaşayanlar bizden daha mutlu' demişti. Doğru, sanırım mutlu olmak için malak gibi yaşamak gerekiyor. Düşünmeyeceksin, çalışmayacaksın, umursamayacaksın, önemsemeyeceksin... Ama inanın bunu iradenizle yapınca daha da strese giriyorsunuz. Çünkü malak gibi yaşayabilmek için malak olmak gerekiyor. Değilseniz, malak taklidi yapmak sizi çok çok daha fazla üzüyor. İçinizde fırtınalar koparken, diliniz 'aman canııım boşveeeer' dese bile, beyniniz buna inanmıyor. Düşünüyoruz, önemsiyoruz ve duyarlıyız! Yani aslında biz de değişemiyoruz. :)
O halde, ne yapalım. Herkesi olduğu gibi kabul edelim. Kendimizi ve insanları sevelim. Olayların ve kişilerin olumsuz yanlarını değil, olumlu yanlarını görelim. Bazen küçük fedakarlıklar, daha büyük olumlu sonuçlar verebiliyor. Biraz sabırla, karşımızdakine ne kadar üzüntü duyduğumuzu hissettirebilirsek belki o da bizi üzmemek için bir kaç adım atabilir. Ancak bu arada evrensel doğrulara da sahip çıkmalı ve kendimizi ezdirmemeliyiz. Evinizde bir akvaryum varsa, ve içinde balıklar varsa, siz o balıkların suyunu temizleme ve onlara yeterli miktarda yem verme sorumluluğunu üzerinize almışsınız demektir. O balıkları aç bırakamazsınız. Aynen bunun gibi karşınızdakilerin bazı sorumlulukları varsa bunları yerine getirmesini beklemek en doğal hakkınızdır ve burada fedakarlıktan söz edilemez. Bir işverenseniz ve elemanlarınızdan bazıları işlerinde gevşeklik gösteriyorlarsa, ve bunu sürekli yapıyorlarsa, elbette buna göz yumamazsınız. Belki kendini düzeltmesi için uyarılarda bulunursunuz, zaman verirsiniz; ama hala ısrar ediyorsa elbette işten çıkarırsınız!
Özet olarak, mutlu olmak için biraz esnemek gerekiyor. Çok temel konularda anlaştıktan sonra, ve insanlar sorumluluklarını yerine getirdikten sonra, bırakın herkes istediği gibi yaşasın. Siz de istediğiniz gibi yaşayın.
0 yorum yapıldı.
Yorum Gönder
0 yorum: